AVUKAT
21 Mayıs 2014, 12:44 50’li yılların sonları... Atandığı ilçelerde genç ve idealist bir hakim olarak adaleti sağlamaya çalışıyor, bunun için de çoğu zaman çevresindeki güçlerle savaşmak zorunda kalıyordu. Günden güne halk üzerindeki baskısını arttıran hükumetin taraftarlarına mahkemelerde ayrıcalık istenmesi, aba altından sopa gösterip yıldırma çalışmaları yapılması onun vicdanının önüne geçemiyor, cesaretinden bir şey kaybettirmemişti. Ta ki okuduğu gazeteye, dergiye bile karışıldığı ve sırf bunun için soruşturma açıldığı güne kadar. “Yeter”, demişti kendi kendine, “Sizin memurunuzum ama köleniz olmayacağım. İstifa ediyorum hakimlikten.” Bu kararı alırken karısına bile sormamıştı. Ne yer, ne içer, neyle geçinir, düşünmemişti. Tek bildiği, güce köle olmamaktı. Arkadaşlarının da önerisiyle avukatlığa başladı. Kendilerine torpil bulamayan en kızgın iktidar yanlılarının bile dürüstlüğüyle takdirini kazanmış bir avukat olarak yeni mesleğine adım attı. Ne var ki o hala avukat gibi değil, hakim gibi görüyordu kendini. Onun için adalet ve hak yine en ön plandaydı. Geçimi bu nedenle çok gerilerde düşünebiliyordu. Çeşitli suçlar işlemiş biri, "Saygın ve başarılı bir hukukçudur, beni ancak o kurtarır," diye umutla geliyor ve kendisini savunmasını istiyordu. O, olayı onun ağzından dinliyor, dosyasını inceliyor, başkalarından sorguluyor ve gelen adamı avazı çıktığı kadar azarlıyor, "Sen bu suçları işlemişsin de ne yüzle karşıma geliyorsun," diyerek kovuyordu küçücük yazıhanesinden. Ona göre suçluları savunmak suçlu ile işbirliği yapmaktı... Kimileri kapısını çalıp durumunu anlattığında da onlara yasalara göre ceza almadan kurtulmalarının mümkün olmadığını ve kim savunursa savunsun sonucun değişmeyeceğini anlatıyor ve böyle bir davayı almak istemediğini, işe yaramayacağı için parasını kabul etmediğini söylüyordu. Büyük umutlarla gelen bu kişiler de mahzun bir şekilde yazıhaneden çıkıyor ve birkaç dükkan yan taraftaki başka avukat yazıhanelerine atıyordu adımlarını. Orada kendilerini karşılayan diğer avukatlar, durumlarının kolay olmadığını ama yine de onları ceza almaktan kurtaracaklarını söyleyerek işi iştahla kabul ediyorlardı. İyi hukukçu, dürüst avukat olarak ünü günden güne daha da yayılıyor, gelen müvekkil adayları artıyor ama o yine araştırıp, seçip öyle alıyordu. Pek çok kişi haklı olmasına rağmen yoksulluk nedeniyle mahkemeye gitme şansına dahi sahip değilken o, bu kişilerin davalarını açıyor, masraflarını kendi cebinden karşılıyor ve onları savunup kendine görev bildiği adaleti sağlıyordu. Çevresine yeni taşınmış yeni yetme avukatlar kısa sürede zenginleşip varlık sahibi olurken o her zaman en azla yetinmeye çalışan, zor geçinen biri olarak taşıyordu ailesini sırtında. Sırf bu nedenle zaman zaman evde tartışmalar yaşanıyor, yokluklar, yetmezlikler sıkıntılarla boğuşuluyordu. *** Bulunduğu yer daha çok köylülerin arazi anlaşmazlıklarının bol olduğu bir yöreydi. Tarla sınırları, ekilenler, biçilenler, hayvanlar, köylülerin sık sık birbirlerine düşmelerine ve işi büyütüp köy kavgalarına kadar götürmelerine neden oluyordu. Çoğu zaman vurdulu kırdılı hale gelen ve jandarmaya kadar uzanan bu anlaşmazlıklardan sonra ilk davranan taraf koşup ona geliyor, kendilerini mahkemede savunmasını istiyordu. O, kapısına gelenleri müşteriler gibi görmüyordu hiçbir zaman. Dinliyor, anlamaya çalışıyor, onların ve karşı tarafın hatalarını, suçlarını irdeliyor, topu topu on beş metrekarelik yazıhanesinde ama yine de koskoca bir hakim gibi kararlar veriyordu. Kavga eden köylüleri genellikle tanıyordu. Mahkeme ile gidilecek yol her iki tarafa da çözümden çok yeni anlaşmazlıklar, gerginlikler, sıkıntılar getirecekti; bunu da biliyordu. Onun kendi yöntemleri vardı adaleti sağlayan. İki köye de haber gönderiyor, ileri gelenlerini, kavgalara karışan aileleri, konuları, komşuları çağırıyordu. Yakınlarda bir yerde bulunan mesire yerinde topladığı köylüler için her zamanki lokantacısını arıyor, kuzu çevirme siparişi veriyordu. Masalar kuruluyor, kavunlar, karpuzlar kesiliyor, sofralar rakılarla donatılıyor, yeniyor, içiliyor, eğleniliyor ve ziyafet bitip ayrılırken her iki tarafın kavgalı köylüleri de birbirleriyle sarılıp öpüşüyor, dargınlıklara son veriliyor, barışla ve keyifle ayrılıyordu. Söylemeye gerek yok, avukatlık ücretinden olmak bir yana, ziyafetin tüm masrafını da o ödüyordu. Kazancı ise iki köy halkının daha da artan sevgi ve saygısıydı… *** Koskoca bir hayat böyle geldi, geçti. Emekli oldu, çalışmayı bıraktı. Daha da doğrusu çalışma onu bıraktı. Artık savunmasını yapacağı kişiler için harcayacağı parası da yoktu. "Enayi avukat"a çıkarmıştı kimileri onun adını. Evdeki tartışmalarda dahi kim haklıysa onu savunur, evdekilerden biri hatalıysa asla ailesidir diye görmezden gelmez, hata yaptığını ısrarla yüzüne vururdu. Bu avukat, bu adalet elçisi, bu onurlu insan BENİM BABAMDI. Düşünüyorum da önceleri pek anlayamamışım onu, nasıl bir mücadele içinde olduğunu bilememişim. Mahkemelere çıkıp insanları savunuyor sanmışım hep. Oysa onun savunduğunun insanlar değil, "insanlık" olduğunu ve en büyük inancının vicdanı olduğunu yıllar önce onu kaybettiğimde anladım. Son günlerinde bakışları donuk, hareketsiz, sakindi. Konuşmuyor, zorunlu olmadıkça cevap vermiyordu. O zamana kadar söyleyeceklerini söylemiş, yapacaklarını yapmış, yorgun düşmüştü. Kendini sıradan bir insan, sıradan bir avukat gibi görmemiş, tanrının yer yüzüne indirdiği bir adalet görevlisi gibi yaşamıştı hep. Yüzünde müthiş bir huzur vardı. Hiç bir haksız kuruşu cebine koymamış, hiç bir insanın kalbini kırmamış bir insanın mutluluğu vardı üzerinde. Öylesine rahat gidiyor ve bu gidişten öylesine huzur duyuyordu ki.. Hiçbir şey için pişman değildi. Babam öldü. Gözümün önünde küçücük bir bez parçasına sarıldı, daracık bir mezara konuldu. İnanılır gibi değildi gördüklerim. Babam, benim babam küçücük kalmıştı mezarın dibinde… Koskoca bir yaşam sona ermişti… O gün bana bir şeyler oldu. Hayatımın en büyük gerçekleriyle o gün karşılaştım. Yaşam dediğin böyle bir şeydi. Nasıl yaşarsan yaşa, sonu böyle bitiyordu. Yüzünde endişe, korku, pişmanlıklarla çıkmak bu yolculuğa katlanılabilir bir şey değildi. Babam gibi gitmek vardı. Koltuğa oturmuş huzur içinde otobüsün kalkmasını bekler gibi karşılamak gerekir ölümü… Bana ve aileme geride hiç bir şey bırakmadı babam, bırakamadı. Sadece yüzündeki o son bakış büyük bir miras olarak kaldı. O huzur, elde edilebilecek en yüksek hedefti. Yolundan hiç sapmamış, haksızlığa bulaşmamış, elini hak etmediğine uzatmamış, zalimin asla yanında olmamış biri olmayı öğrendim ondan… Ben babamın yolundan gidebilmeyi arzu ediyorum. Onun kadar başarabilirsem, ben de son günümde, yüzümde aynı bakışı taşıyabilirsem hedefime ulaşmış olacağım. Tüm hak ve adalet savaşçılarını, tüm dini "vicdan" olanları selamlıyorum. Can AKKİRİŞ (2014/Mutluluğa Giden Yol/Cennetten Fotoğraflar) KENDİNE İNANAN HERKES YAZARLIĞA ADIMINI ATTIKendine inanmak, güvenmek ve kararlılıkla yürümek bir işte başarılı olmanın en önemli unsurları.
Yaratıcı yazarlığın ve roman yazımının tüm bilgi ve tekniklerinin verildiği atölyelerimize katılarak yazar olma yolunda kararlılıkla ilk adımlarını atan arkadaşlarımızın tümü bugün çalışmalarının sonuçlarını aldı, ilk kitaplarını yazdı. İçlerinde ikinci, hatta üçüncü kitaplarını yazanlar oldu. Bu başarılı arkadaşlarımızın en önemli ortak özelliği yazar olmak istemeleri, yazmayı çok sevmeleri ve bu yolda hiç bir bahane tanımadan çalışmaları. Emeklerinin karşılığını alan, kitaplarını yayımlanma aşamasına getiren tüm yazarlarımızı kutluyoruz. Sizler de okumayı, yazmayı seviyor ve kendi kitaplarınızı yazmak istiyorsanız, hiç zaman kaybetmeyin, başlamak için bir şeyler beklemeyin, önünüze engeller, bahaneler koymayın. Hiç kuşkunuz olmasın, gerçekten isterseniz siz de başaracaksınız. Karakter Nasıl Yaratacağım? Konu Nasıl Bulacağım? Kendi romanınızı yazmaya başlayacaksınız ama karakterleri nasıl oluşturacağınızı bilemiyorsunuz? Hele konu bulmak çok zor. Nereden bulacaksınız ki konuyu?
Yaratıcı yazarlığa yeni başlarken en sık karşılaşılan sorunların başında bunlar gelir. Oysa işin püf noktalarını öğrendikçe bırakın sorun olmayı, sadece işin bu bölümleri bile büyük keyif kaynağı haline gelir. Düşünsenize, bir karakteri sıfırdan siz oluşturuyorsunuz. Boyu, bosu, fiziği, huyu, sosyal durumu, her şeyi siz kararlaştırıyorsunuz. Nerede ne zaman ne yapacağına siz karar veriyorsunuz. Bundan daha güzel ne olabilir? Peki bu karakterleri nereden mi bulacaksınız? Çok kolay, çevrenize bakın, bu yeterli. Bir de konu bulma sorunu vardı, değil mi? Bakın o çok çok zor. İnanmadınız değil mi? Yaratıcı yazarlıkta zor olan hiçbir şey yok. Yalnızca öğrenmeniz gereken incelikler, yollar, yöntemler var. Can Akkiriş’le Yaratıcı Yazarlık Atölyelerine katıldığınızda bu işte ne kadar yetenekli olup nasıl da hızla ilerlediğinizi göreceksiniz. Gecikmeyin, katılın sizde… Yazarlık Dünyasına Adım Atınca Fotoğrafın Bütününü Görme Alışkanlığı Oluşuyor... YENİ YAZARLAR YETİŞTİRİYORUZ
Atölyeye başvuranlar için bir tek koşulumuz var; bu işi gerçekten istiyor ve vakit ayırabiliyor olmak. Ön eğitimdi, şuydu, buydu, başka hiçbir şey gerekmiyor. Gerçekten yazarlığa meraklı olan, öğrenmek ve bu işi yapmak isteyen atölyelerimizde zaten öğreniyor. Yeni başlayanlar bile daha üçüncü ayda harika bölümler yazabilecek düzeye geliyor. Yazmak, pek çok nedenle gerekli. İçimizde birikmiş o kadar çok şey var ki, dışarı dökülmesi gereken. Bir meslek olmasının yanı sıra yazdıklarımızdan ders çıkaracak, benzer hatalar yapmayacak binlerce okur olduğunu da düşünmek gerek. Bir tek kişinin yaşamına dokunur, ona iyilik katarsak yazdıklarımız, çok daha değerli hale gelmez mi? “Yazmayı çok istiyorum ama zamanım yok” diyenler, emin olun ki aslında yazmak ile araları o kadar da hoş olmayanlar. Bu bir tercih meselesi. Hepimiz neyi daha çok istiyorsak ona daha öncelikle ve daha çok zaman ayırıyoruz. İş, güç, meşguliyet hepimiz için söz konusu. Yazarlık konusu biraz da olsa ilginizi çekiyorsa, siz de bir kez daha düşünün. Eğer gerçekten yazmak istiyorsanız, daha fazla zaman harcamayın, hemen aramıza katılın, yazmaya başlayın. Böyle bir dünyaya adım attıktan sonra bu işten aldığınız keyfi başka hiçbir şeyde bulamayacaksınız. Hayat güzel. Yazı dünyamızda gerçekleri çok daha iyi ve derin görebiliyoruz. Artık hiçbir şey eskisi kadar canımızı acıtmıyor. Hiçbir şeye o kadar üzülmüyoruz. Yazarlığa başladıktan sonra fotoğrafın bütününe bakma alışkanlığımız gelişiyor. Fotoğrafın bütününde doğa var, dünya var, tüm insanlar, canlılar var. Dünyanın biz ve bizi üzenlerden ibaret olmadığını anladığınızda zaten çok yol almış oluyor ve artık yazılarınızı tüm insanlar için yazmaya başlıyorsunuz. Bekliyoruz, katılın aramıza. Daha geç olmadan… Yaratıcı Yazarlık Atölyelerinde eğitim almış katılımcıların bir araya gelmesiyle ortak çalışmalar düzenlemek üzere Yazı Ekipleri kuruluyor. Bu ekipler ortak projeler üretecek ve ayrıca profesyonel yazım hizmetleri alanında piyasaya açılacak.
SİZ NEDEN HALA YAZMIYORSUNUZ? YETERİNCE DELİ DEĞİL MİSİNİZ?
İç dünyanızın dayanılmaz fırtınalar içinde savrulduğu, yaşamın en ağır düş kırıklıklarını yüreğinizin derinliklerinde hissettiğiniz, acıların beyninizi uyuşturup gözlerinizi kararttığı bir dönem içindesiniz. Artık elinizdekilere dahi sahip olacak güçte değilsiniz. Hava giderek ağırlaşıyor, yer çekiminin gücü artıyor, günden güne daha çok çekiyor sizi aşağı. Tutunacak dalınız yok. İnsanın yaşamın kontrolünü yitirdiğini düşündüğü, hiçbir şeyin istediği gibi gitmediğine inandığı, en büyük kalabalıklar içindeyken bile yapayalnız hissettiği anlar vardır. Az buz değil, önemli bir bölümünü bu çaresizlikler, korkular, mutsuzluklar içinde geçiririz tüm ömrümüzün. Bir şeyleri yeniden kurup baştan başlatabilme olanağımız yoktur asla. Hayatımızın planını yapamayız. Kontrol edebildiğimiz, istediğimiz gibi olmasını sağladığımız hiçbir şey yoktur dünyada. Büyük bir hızla açmaza gittiğimizi görürüz. Delirmeye az kalmıştır. Eli kulağında, bir adım sonrası tımarhanelik olmak. İşte tam da böyle bunalımlı bir dönemde, tuhaf bir makine gelip durur önünüzde. Üzerinde yanıp sönen ışıklarla, uzaydan gelmiş gibidir. İçinden iki yaratık inip, kolunuza girecek ve sizi götürecektir, biraz cesaretiniz varsa… Daha önce bilmediğiniz, tatmadığınız, yaşamadığınız bambaşka bir dünyaya doğru yolculuğunuz başlayacaktır. Cesaretiniz varsa… Götürüldüğünüz yer, daha önceki yaşamınızdan farklıdır. Orada tüm kontrol sizdedir. Yaşamın tüm sürecini siz belirlersiniz. Yalnızca kendinizin değil, başkalarının da hayatını, aşklarını, suçlarını, cezalarını siz istediğiniz gibi seçip uygulayabilirsiniz. Gerçek yaşamda yapamadığınız her şeyi orada, dilediğinizce yapabilir, her şeyde istediğiniz kararı verebilirsiniz… Biraz cesaretiniz varsa, orada o dünyayı siz yönetebilirsiniz. Kendi yaşamınızda ağız dolusu haykırmak isteyip de yapamadıklarınızı o dünyada ortaya döküp rahatlayabilirsiniz. Orada, hiç olmadığı kadar özgür ve güçlü olabilirsiniz. Mutluluklar dağıtabilir, en mutlu siz olabilirsiniz. Cesaretiniz varsa o tuhaf makinenin gelip, içinden yaratıkların inmesini bile beklemeden o sihirli gezegene kendi başınıza da gidebilirsiniz. Varsa cesaretiniz, yaratıcı yazarlık dünyasına katılıp, kendi romanlarınızı özgürce yazmaya başlayabilirsiniz. Eğer cesaretiniz varsa, yaşam boyu söyleyemediklerinizi, roman kahramanlarınıza tek tek söyletebilirsiniz… ASLI ULUSOYASLI ULUSOY
“Yazmak mı yoksa ebediyete kadar yazmamak mı?” Her zaman konuşarak ifade etmek yerine yazmanın güvenli limanlarına sığınmamış mıydım? Okuduğum yazarların nasıl yazar olduklarını araştırmamış mıydım? Gezip gördüğüm yerleri anlatmak yerine yazmamış mıydım? Bunların hepsini yapmıştım yapmasına da bir yanım, yazmanın da kendine göre kuralları olduğunu ve öyle ulu orta yazılan her makale, öykü, romanın da okunmayacağını söylüyordu. Bu duygular içimi kemirirken resim kursundan bir arkadaşım imdadıma yetişti. Ona roman, gezi veya deneme yazıları yazmak istediğimi lakin bu işin tekniklerini öğrenmek istediğimi söylediğimde birden gözleri parladı. Tam bana göre bir yer bulduğunu ve hemen görüşmeye gitmem gerektiğini söyledi. İçimden, “Nasıl olacak ki bu iş?” dememe fırsat vermeden elime bir kart tutuşturdu. Kartın üzerinde “HK Sanat Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” yazıyordu. Düşüne düşüne eve ulaştım. Kartı elime alıp telefon numaralarını çevirdiğimde kalbimin yerinden çıktığını hissediyordum. Telefondaki ses tonu, sanki okyanusların derinliklerinde saklı inci taneleri gibi, yumuşacık ve o kadar samimiydi ki… O büyülü sesin telefonu kapatmasını hiç istemiyordum. Beni yazı atölyesiyle ilgili daha detaylı bilgi almak üzere tanışmaya davet etti. Tabi ben gün saymaya başladım. Beklenen gün geldi. İçimde uçuşan kelebekler misali, Evliya Çelebi gibi Bakırköy’e doğru yola çıktım. Evliya Çelebi demişken içimden sürekli “Neden ben de yaşadığımız zamanın Çelebisi olmayayım ki… Onun gibi gezip gördüğüm yerleri yazmayayım. Teknikleri öğrenince yazarım elbette” diye tekrarlıyordum yüzümde altın sarısı güneş gülümsemesiyle. O da nesi. Ne zaman ulaştım “HK Sanat” tabelası yazılı kapının önüne. Bir apartman dairesinin dar giriş koridorunda, karanlıktan aydınlığa doğru ilerleyip zili çalıyorum. Kapıyı renkli kurdelelerle benzenmiş çiçek buketine benzettiğim gülümsemesiyle Hülya Hanım açıp, “Hoş geldiniz” diyor. Onunla birlikte ilerledikçe, bir köşesinde Alaçatı’nın cıvıl cıvıl, arnavut kaldırımlı sokaklarında yorulunca soluklanabileceğiniz mavinin en güzel tonuna sahip sandalyeler, bir tarafında daha eskilere, Babil’in asma bahçelerinde tatlı bir meltem eşliğinde sallanabileceğiniz seramik objeler, köşeye konuşlanmış tuşlarına dokunduğunuzda sol anahtarının önderliğinde notaların lirik tınısını duyumsayabileceğiniz bir piyano, duvarlarında farklı diyarlara yolculuk yaparak renk cümbüşünde kaybolabileceğiniz tablolar… Ve gözlüklerinin ardında gözlerinin içi gülen, sakin, özgüvenli, gerçekten doğru yerde olduğuma inandıran babacan bakışlı Can Akkiriş ile karşılaşıyorum. Hava soğuk olduğu için bana göre neşeli tabloların etrafımızı kuşattığı salonda bir masada oturuyoruz. Çay ve kurabiyelerimiz eşliğinde orayı tanımaya çalışıyorum. Can Bey, Hülya Hanım ve bendeniz başlıyoruz edebiyat, sanat ve yazı şöleninin yaşandığı keyif dolu serüvene. Zaman ilerleyince kahve içmek kaçınılmaz oluyor keyfimize keyif katmak için. Çünkü gidemiyorum bu efsunlu mekandan. Neler yok ki bizim nehirlerde yüzdüğümüz derin sohbetimizde. Önce yazmak üzerine başlıyoruz. Ne yapmak istediğimi, neden yazmayı sevdiğimi, korkularımı, heyecanımı anlatıyorum onlara. Sonra bu işi bilinçli yapmak istediğimi de sözlerime ilave ediyorum. Can Bey, Hülya Hanım dikkatle dinliyorlar. Can Bey söze giriyor bu atölyenin amacını anlatıyor. O sevgi dolu, güven veren sesiyle anlatmaya başlayınca, yazabileceğime daha çok inanıyorum. Arada esprilerimiz, dolu dizgin kahkahalarımız atölyenin duvarlarında dans ediyor. Işıl ışıl gökyüzüne salıverilen güvercinler gibi… Sizler de benim gibi yazının, yazmak ülkesinin kimi zaman çiçek kokulu yollarında neşe içinde bisiklet sürmek, kimi zaman gerilim, aksiyon filmlerindeki korku tünellerinde çığlıklar atmak, kimi zaman da gezegenlerin o gizemli dünyasında kaybolmak isterseniz HK Sanat ve Yaratıcı Yazarlık atölyesi tüm içtenliğiyle bekliyor kapısını çalan herkesi. Orada yazmamak, yazamamak yok… Yaratıcı Yazarlık Atölyelerimizde YENİ GRUPLAR Açıyoruz. Katılmak isterseniz kayıt yaptırmakta acele ediniz.... Yaratıcı yazarlığa ilgi duyanlar için TEMEL ATÖLYE niteliğinde yeni 1.KUR GRUPLARI açıyoruz...
Ayrıca temel atölyeyi bitirenler ve kendi projelerini yazmak isteyenler için YAZAR KOÇLUĞU niteliğinde 2.KUR GRUPLARI açıyoruz... Hafta İçi - Hafta Sonu ve Sabah - Öğle - Akşam saatleri için ayrı ayrı planlanan gruplardan biri mutlaka size uygundur. Kayıt yaptırmakta acele ediniz... |